Bölüm 1 – Turizmin başkentine reklamcı gözlüğüyle bir bakış;
Akdeniz’in ulusal ve küresel bir cazibe merkezi olabilmesi için daha çok markaya ihtiyacı olduğuna inanan, fakat bu markaların yaratılması için, büyük kentin fabrika reklam ajanslarının sofrasına oturup, yüklü miktarda hesap ödemek gerektiğini düşünen işadamları ve yöneticiler, yanılıyorsunuz. Sebebini merak ediyorsanız okuyun;
Akdeniz’in değerli girişimcileri ve marka yöneticileri
Reklamın iyisi sadece Şehr-i İstanbul’da mı üretilir? Şuna inanın ki, İstanbul reklam sektörü bir tarikat değildir ve mistik bilgelerinin sadece inisiye edilmiş öğrencileriyle paylaştığı markalaşma formüllerine falan da sahip değiller. Bu formüller, öğrenmek ve uygulamak isteyen her iletişimciye açık.
Bugün bazılarımız reklam sektörünün sadece megapolde var olabileceğini, iyi projelerin yalnızca büyük kentin fabrika reklam ajansları tarafından üretilebildiğini, markalaşma sürecinin kapısını açan altın anahtarın İstanbullu reklamcıların kasasında saklandığını düşünüyor olabilir. Şehrin ışıltısı, kimimizin gözlerini kamaştırıyor bile olabilir. Ancak Nişantaşı’nın merkezinde yıllarca yaşamış, Maslak’taki plazalarda dirsek çürütmüş bir İstanbullu olarak soruyorum; Reklam sektörü ve markalaşma kültürü bizim megapolde mi doğmuştur?
Şu bir gerçek ki İstanbul’un taşı toprağı hiçbir zaman altın olmadı, ama bir çok anadolu girişimcisini öyle olduğuna inandırabilecek kadar ikna edici pazarlamacıları her dönemde vardı…
İstanbul’un bir marka kent olarak büyüme hızının ve bu kentin birbirinden başarılı markalarının, gizemli sırrı nedir dersiniz?
Modern çağın reklamcılık anlayışının doğum sancıları, bizim megapolde değil, Amerika’da başladı. Reklamın altın çağı olarak da bilinen 1950’li yıllarda, o zamanki reklam dünyasının dahi çocukları, bütün dünyayı kapsayacak bir markalar zincirinin yetenekli yaratıcıları olarak tarihe geçtiler, hatta bu başarılarıyla film ve dizilere konu edildiler. Hemen hepsini hala kullanmakta olduğumuz, çeşitli pazarlama iletişimi yöntem ve stratejileri, o günlerde bu insanlar tarafından yaratıldı. Tabi dünyanın güç ve prestij simgesi haline gelmiş dev markalarıyla beraber.
Amerikan markalarının, iç ve dış pazardaki önlenemez yükselişinin altında yatan itici güç rakipleri tarafından fark edildiğinde, reklam sektörü Birleşik Devletler dışına da yayılmaya ve benimsenmeye başladı. Bu akım başta Avrupa olmak üzere önce dünyanın diğer metropollerine, daha sonraları ise ülkemize kadar ulaştı. O dönemde reklamın gücünü, etkinliğini ve yarattığı rekabet avantajlarını ilk fark edenler İstanbullu şirketlerin yönetici ve patronları olduğu için, reklamın başkenti olma statüsüne erişen ilimiz de İstanbul oldu.
Kısacası İstanbul reklam sektörünü, İstanbul sermayesinin uyanıklığı yarattı. İstanbullu reklamcılar ise, bu jesti karşılıksız bırakmayarak, kentin kendisinin de bir marka haline gelmesine ve beraberinde birçok değerli markanın ortaya çıkmasına aracılık ettiler.
Peki Anadolu sermayesi ne yaptı dersiniz? Bütün reklam ve pazarlama bütçelerini bu kente aktararak, hem kentin marka değerinin yükselmesine, hem de İstanbullu markaların gelişimine farkında bile olmadan katkıda bulundular. Üstelik karşılığında aldıkları, çoğunlukla bir mansiyon ödülünden ibaretti.
Reklam sektörü, yeni mecraları, diğer sektörleri ve hepsinden daha önemlisi “sermayeyi” takip etmek zorundadır. Tabi, siz onu takip etmiyorsanız…